bugün
yenile
    1. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      karl marx'ın müthiş teorisidir. ----- "ne kadar az yer, içer, kitap okursan, tiyatroya, dansa, meyhaneye ne kadar az gidersen, ne kadar az düşünür, sever, kuram yaratır, şarkı söyler, resim ve eskrim yaparsan, o kadar fazla sermaye biriktirirsin; mezar böceklerinin ve toprağın yok edemeyeceği hazinen o kadar büyür. kendin ne kadar azalırsan o kadar çoğa sahip olursun; kendi öz hayatını dile getirmenle dışsallaşmış hayatını dile getirmen ters orantılıdır; yabancılaşmış varlığın gitgide büyür." ----- bir de bu teoriyi yoksulluk'a uyarlayın şimdi. tüyler ürpertici.
    2. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Ömrü hayatımda Marx'a ait komünist manifesto dışında birincil hiçbir kaynağı okumadım ama Marx'a karşı ya da Marx'a dayalı çok kuramsal metin okudum. Bana öyle geliyor ki Marx'ın kuramlarının temel yapı taşlarından bir tanesini oluşturuyor bu yabancılaşma fikri. Tarih anlayışının bile önüne geçebilir neredeyse. Romantizmi bir kenara bırakırsak mesele tamamen emek değer teorisiyle ilişkili. Her filozofu kendi zamanı ve içerisindeki şartlara göre değerlendirmek gerekir. Marx'ın kuramlarını ortaya çıkaran en önemli şey sanayi devrimi ve buna dayanan iktisat kuramlarıydı. Yani Marx 19. yüzyılda doğmamış olsaydı da Antik Yunan'da doğmuş olsaydı belki yine büyük bir filozof olurdu ama bu sefer köleliği savunan bir filozof olurdu, tıpkı Aristo gibi. Aristo'nun politika metnini okursanız dünya tarihine yön vermiş en büyük filozoflardan olan bir adamın köleliği ne şekilde temellendirdiğini görürsünüz. Yani bugün doğmuş olsaydı da bambaşka kuramlarla çıkardı karşımıza. Bu sebepten Marx'ın yabancılaşması ile Sartre'ın yabancılaşması birbirine benzer ögeler taşısa da aynı değildir. Marx dönemin şartlarına göre makinelerin ne kadar özelleşirse özelleşsin yaratılan değerlerin asıl kaynağının emekçiler olduğunu düşünüyordu ve haksız da sayılmazdı. Zaten komünizmden önce işçi diktatörlüğünü öngörmesi ve hatta önermesi de bu yüzden. Ortaya çıkan değer doğrudan emekçinin kendi yaratımıydı. Bu yaratım evrensel bir yaratımdır. Bir emekçinin üretime dahil olup ortaya çıkardığı ürün tıpkı bir sanatçının bir sanat eserini ortaya çıkarıp katkı vermesine benziyor. Marx sanıyorum sanatsal üretim ile diğer bildiğimiz üretimler arasında bir farkın olmadığına ya da olmaması gerektiğine inanıyordu. Aralarında ilişki kuruyordu. Bu sebepten dolayı üretiyor olmak insanın kendini gerçekleştirmesine yarayan bir şey olmalıdır. Bu da zorla yapılacak bir şey değildir. Bir fabrika işçisini zorla çalıştırmak ve onun emeğini kar amacı güderek sömürmek bu evrensel üretimde işçinin yani üreticinin rolünü yoksaymak demektir. Bir marangozun emek emek aşama aşama bir sandalye yapması sandalye ile arasında soyut bir bağ kurması anlamına gelir. Burada evrensel üretim yoluyla titri "marangoz" olan üreticinin kendini gerçekleştirmesi durumu vardır. O marangoz o sandalyeyi kendisi için yapıp üzerine de otursa ya da yaptıktan sonra on paraya başkasına da satsa emek değer teorisi dahilinde sandalye ile kurduğu bağ marangozca bir bağdır. Sandalye henüz metalaşmamıştır. Ancak bir işçi her gün 8-16 saatleri arasında bütün gün üretim bantları arasında bir dişli olarak yaşamaya çalışır bu tip bir yaşam formuna zorlanırsa kaldı ki tüm gün koca bir traktörün civatasını üreten üretim bantlarından bir tanesinde sıkışıp kalırsa emeği bir metaya dönüşür. Traktörle bir ilişkisi kalmaz. Kalmadığı gibi muhtemelen verdiği emeğin ortaya çıkardığı değere de hayatı boyunca çoğu zaman sahip olmaz. Anlayamadığı bir değerin emek dişlilerinden bir parça olur sadece. Marx'ın yabancılaşması tam da buradan başlar. İnsanın kendi emeğine yabancılaşması, emeğinin ortaya çıkardığı değerin soyut bağlardan uzak bir şekilde gerçek bir meta olarak başkasının yararına kullanılması. Buradaki yabancılaşma; fabrika işçisi ile sandalye üreten marangozun arasındaki farktır. Zorla çalıştırılan, emeğinin kendini gerçekleştirmeye en ufak bir katkısı olmayan, ne için çalıştığını anlamayı bırak kavrayamayan bir makine dişlisi... Proletaryaya olan inanç buradaki tezatlığı fark edecek olma beklentisiydi.